Sonra bir şey oluyor, değişiyorsun. Dünyaya bakışın, insana bakışın, eşyaya bakışın değişiyor. Kelimeleri kısaltıyorsun, insana inanmayı azaltıyorsun, eşyaları sadeleştiriyorsun. Kalabalıktan kaçıp, oluşturduğun minimal hayatı tercih ediyorsun. Kendi halindeliğin dışında bir hayat istemiyorsun. Süsün ardındaki çirkinliği gördüğün için, gösterişsizliğin çerçevelediği saf güzelliğin peşinden koşuyorsun. Bir şeyler oluyor ve artık o eski sen olmuyorsun…
İçine dönüyorsun. Sessizlik bir yabancı gibi değil, tanıdık bir dost gibi kucaklıyor seni. Uyumak ve uyanmamak istiyorsun bazen, ama sonra fark ediyorsun ki, bu yeni halin sadece bir durak. İçindeki yalnızlık dediğin şey, aslında kalabalıkların gürültüsünden kaçışın bir meyvesi. Yalnızlık değil belki de, sessizliğin huzuru bu…
Kendini sevmeyi keşfediyorsun. O sevilmesi en zor olan, maskelerin arkasındaki çıplak halini bile. Dışarıda başkalarının gözüne hoş görünmek için verdiğin savaşı bırakıyorsun. Artık kendine dönük bir savaşın var: Kendini olduğu gibi kabul etme savaşı. Bu savaşta kazandığın her küçük zafer, seni kendine biraz daha yaklaştırıyor.
Sonra fark ediyorsun, keyfin ve kahyanla baş başa kalmak en büyük özgürlük. Gecenin koynunda uykuya dalarken, ruhunun başka bir ruhla sessizce konuştuğunu izliyorsun. Bu konuşma kelimelerden azade, bir titreşim, bir akış… Anlıyorsun ki, bu hayat sadece maddeden ibaret değil. Ruhunun derinliklerinde, seni senden içeru bir “sen” var.
Yunus Emre’nin dediği gibi:“Bir ben var benden içeru...”Ve o "ben," seni çağırıyor.
O “sen”i duydukça, onun fısıltıları büyüyüp bir rehbere dönüşüyor. Artık dünyaya farklı gözlerle bakıyorsun. Hayatı sadece yaşamak değil, anlamak ve hissetmek istiyorsun. Her şeyin bir dili varmış gibi geliyor. Rüzgârın bir şarkısı, toprağın bir hikâyesi, suyun bir sırrı... Artık bunları duyabiliyorsun.
Ruhun seni daha derin bir yolculuğa çağırıyor. Kendine sorular sormaya başlıyorsun: “Gerçekten kimim?”, “Burada olmamın sebebi ne?”, “Bütün bu güzelliklerin içinde kaybolmak yerine neden mücadeleye tutunuyorum?” Bu soruların cevapları, dış dünyada değil; sessizliğin içinde, içindeki o sonsuz genişlikte saklı.
Meditasyona dalıyorsun. Belki bir ağacın gölgesinde, belki bir odanın sessiz köşesinde. Nefes alıyorsun, yavaşça ve derinden. Her nefeste biraz daha kendine yaklaşıyorsun. Her nefeste geçmişin yüklerini, keşkelerini, pişmanlıklarını bırakıyorsun. Hafifliyorsun.
Ve o an fark ediyorsun: Bütün bu koşuşturmanın, endişelerin ve korkuların ötesinde, zaten tam ve bütünsün. Bir şey olmayı başarmaya çalışmaktan vazgeçiyorsun; çünkü zaten olduğun halinle “yeterlisin.”
Bu farkındalık seni özgürleştiriyor. Artık başkaların gözünüdaki yansıman değil, kendi ruhundaki gerçekliğin önemli. Hayatın küçük detaylarında büyük anlamlar buluyorsun. Bir çiçeğin açışı, bir kuşun kanat çırpışı, bir yağmur damlasının toprağa düşüşü… Hepsi sana birer ders, birer mesaj taşıyor.
Ve sonra… Hayata başka bir pencereden bakmaya başlıyorsun. Kalbin yumuşuyor, bakışların sevgiyle doluyor. Artık hayatı daha fazla kontrol etmeye çalışmıyorsun. Bırakıyorsun; çünkü bırakmanın hafifliğini öğreniyorsun. Evrenin ritmine ayak uyduruyorsun.
Küçük şeylerin büyük anlamlar taşıdığını fark ediyorsun. Sabah uyandığında yüzüne vuran ilk ışık, kuşların cıvıltısı, toprağın yağmurla buluştuğu an… Bunların her biri, seni hayata yeniden bağlayan bir ip gibi. O ipleri fark ettikçe, onların ne kadar güçlü olduğunu anlıyorsun.
Bu farkındalıkla, geçmişin yüklerinden tamamen kurtuluyorsun. “Keşke”ler ve “ama”lar yerini “şimdi”ye bırakıyor. Artık hayatın tam ortasındasın, ne bir adım öncesinde, ne bir adım sonrasında. Her nefesin, bir hediyeye dönüşüyor.
Ve bir sabah, bir çiçeğe bakarken gözlerinden bir damla yaş süzülüyor. Ama bu kez hüzünden değil; şükranla. Şükran duyuyorsun, var olduğun için, olduğun gibi olduğun için.
İçindeki huzur, dalga dalga dışına taşmaya başlıyor. Çevrendekilere de bu huzuru vermeye çalışıyorsun. Bir sözünle, bir dokunuşunla ya da sadece bir gülümsemenle… Artık sadece kendini değil, başkalarını da sevmeyi öğreniyorsun. Sevgiyi alıp veren bir nehir gibi akmaya başlıyorsun.
Ve sonunda…
İçinden sessizce fısıldıyorsun:
“Artık ben, beni buldum.”
Comments